Enerji arz güvenliği 1970’li yıllardan beri uluslararası politikadaki baş aktörlerin yaşamsal önemdeki ilgi alanlarından biridir. Enerji arz güvenliğini sağlama almak için geliştirilen enerji politikalarının, sürdürülebilir gelişmenin ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları arasında dengenin yanı sıra, enerji sistemleri ile ona bağlı ekonomik, sosyal ve çevresel sistemlere ciddi sekte vurabilecek durumlardan kaçınılabilmesi için risk yönetimini ve esnekliğin geliştirilmesini de sağlamalıdır. Çünkü, Enerji arz güvenliği genel olarak: 1) Ekonomik ya da siyasi nedenlerle, büyüyen enerji talebini karşılayacak yeni kaynak akışının sağlanamamasından doğan uzun vadeli riskler 2) mevcut kaynaklarda politik nedenler ve kaza, terörizm veya doğal felaketlerden kaynaklanan teknik nedenlerle ortaya çıkabilecek ani kesintilerden doğan riskler nedeniyle tehdit altındadır. Son yıllarda gerek üretici gerekse tüketici ülkelerin hükümetlerinde, enerji arz güvenliğinin sağlanması ve enerji talebi ile ilgili ciddi kaygıların doğduğu bilinmektedir. Her iki taraf için farklı içeriği bulunan bu stratejik kaygıları gidermek ve gelecekteki enerji arz güvenliğini sağlamak üzere siyasi etkinliklerini arttırmak için önde gelen tüketici ülkelerin birbirleri ile giriştikleri rekabet giderek artmaktadır. Nitekim, son bir kaç yıldır, AB, ABD ve Çin gibi büyük Asya ülkeleri arasında bu bağlamda çok ciddi bir rekabet ortamı doğmuştur. Bu durum üretici ve tüketici ülkeler arasındaki ilişkileri önemli ölçüde etkilemektedir. Bu bağlamda, enerji konusu politika ve güvenlik politikalarının önemli bir parçası haline gelmiştir. Ancak günümüzün enerji teknolojileri ve enerji kaynaklarının coğrafi dağılımı nedeniyle dışa bağımlılığın kaçınılmazlığı acıktır. Bu nedenle, arz güvenliğinin yalnızca dışa bağımlılığı azaltma ve yerli üretimin desteklenmesi şeklinde algılanması olası değildir ve dışa bağımlılığın doğru bir şekilde idaresi bağımlılığın düzeyinden daha önemli hale gelmiştir. Olası krizlerden kaçınmak için dışa bağımlılığa ilişkin risklerin idaresine ve kontrolüne yönelik etkin stratejiler geliştirilmektedir. Gelişmiş ülkelerde güncel enerji politikaları enerjide verimliliğin sağlanarak enerji tasarrufu potansiyelinin değerlendirilmesi ve yenilenebilir enerji kullanımının arttırılmasının yanı sıra jeopolilitik koşulları da göz önünde bulundurarak, kaynakların ve teknolojilerin çeşitlendirilmesi ile risk yönetimini sağlayacak şekilde oluşturulmaktadır. Enerji arz güvenliğinin sağlanmasına ilişkin risk yönetiminde en çok üzerinde durulan riskler dışa bağımlılığa ilişkin olanlardır. İleri teknolojilere sahip, ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirmiş gelişmiş ülkelerin dahi dışında kalmadığı neredeyse tek ve en önemli dışa bağımlılık biçimi, enerjide dışa bağımlılıktır. Enerjide dışa bağımlılığın günümüzdeki anlamı , Dünyanın enerji karışımında en büyük paya sahip olan petrol ve doğal gaza bağımlılıktır. 2050 yılında enerji talebinin %50’si hala fosil yakıtlı enerji kaynaklarından karşılanacağından, orta ve uzun vadedeki arz güvenliğinin sağlanması için petrol ve doğal gaz akışının teminat altına alınması zorunludur .
IEA’nın verilerine göre, 2000-2030 yılları arasında Dünyada 5000 GW’lık bir ek elektrik üretim kapasitesi kurulacaktır. Bu ek üretim kapasitesinin % 40’indan fazlası gaz santralleri ile sağlanacaktır. Doğal gaz santrallerinin kapasitesi, 1999 yılında 677 GW iken 2030 yılında 2500 GW’ı aşacaktır. Bu artışın % 50´si, çevresel kısıtların kömür kullanımını sınırladığı ve yaygın olarak doğal gaza erişilebilen OECD ülkelerinde meydana gelecektir. Geçiş ülkelerinde ve gelişmekte olan ülkelerde de gaz santrallerinden elektrik üretimi önemli ölçüde artacaktır. 1980’lerde ticari kullanıma sunulduğundan beri verim ve güvenilirlik açısından önemli gelişmeler kaydeden birleşik çevrimli gaz santralleri ekonomik ve çevresel avantajları nedeniyle tercih edildiğinden Dünyanın doğal gaz talebinde önemli bir artma beklenmektedir.
AB’nin doğal gaz talebinin, 2000 den 2010´a kadar yılda %2.9 , 2010´dan 2030´a kadar olan süreçte ise %1.6 oranında artması beklenmektedir. Avrupa’nın 2030 yılındaki gaz ithalatının %28’i Afrika, %17’si Norveç, %33’ü geçiş ekonomisi ülkeleri, %17’sinin Orta Doğu, %5’nin Latin Amerika´dan gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Kendisi de enerji ithal eden ve bölgedeki üretici ülkeler için en önemli pazarlardan birini oluşturan Türkiye’ye, Avrupa Birliği’nin ilgisinin en önemli nedenlerinden biri, başlıca doğal gaz üreticisi olan bir çok ülkeye yakınlığı nedeniyle, Avrupa Birliği’ne Dünyanın çeşitli kaynaklarından gaz akışını sağlayacak doğal bir huni olarak görülmesidir. Doğal gaz gereksiniminde meydana gelecek artışı karşılayabilmek için Türkiye, İran, Irak, Azerbaycan, Katar, Suudi Arabistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gazlarının aktarılabileceği güvenli bir geçiş ülkesi olarak Avrupa Birliği’nin enerji arz güvenliğine ilişkin planlarında önemli bir yere sahiptir. Avrupa Birliği´nin günümüzdeki doğal gaz ithalatı %41 oranında Rusya’dan, %30 oranında Cezayir’den gerçekleştirilmektedir. Ancak, Dünyada izlenen güncel politikalara ve risk yönetimine bağlı olarak, arzı sağlayan ülkelerin ve enerji hatlarının çeşitlendirilmesi ile arzın sürekliliğinin ve bu çeşitliliğin getireceği rekabet ile düşük maliyette enerji arzının sağlanmasına yönelik faydaları Türkiye’nin stratejik önemini arttırmaktadır. Kuşkusuz Türkiye’nin petrol iletimindeki mevcut ve potansiyel rolü ile de küresel enerji pazarında önemli aktörlerden birisidir. Ancak petrol iletiminin doğal gaz iletimine oranla daha fazla esnekliğe sahip olması nedeniyle, gaz iletimindeki potansiyel rolü çok daha önemlidir.
H. SAYGIN, “ENERJİPOLİTİK: Avrupa Birliği’nin Enerji Gündeminde Türkiye’ye Genel Bakış”, Enerji, Yıl: 10, Sayı: 2, Sayfa: 15 (Şubat 2005).