Yakın geçmişte enerji sisteminin sürdürülebilirliği, yalnızca enerjinin kullanım oranına göre elde edilebilirliği esas alınarak tanımlanmaktaydı. 90’lı yıllarda ortaya atılan “sürdürülebilir gelişme” kavramı giderek atan bir önem kazanarak, Dünya gündemine oturmuştur. Sürdürülebilir gelişmenin sağlanmasında, bilimsel ve etik çerçeve kapsamında,çevre güvenliği de enerji arz güvenliği kadar önemli hale gelmiş ve sürdürülebilir enerji sisteminin belirlenmesinde daha önce göz önünde bulundurulmayan pek çok yeni ölçüt devreye girmiştir. Günümüzde küresel boyutta önem taşıyan çevre sorunları arasında sera gazı yayımının neden olduğu küresel ısınma ve ona bağlı iklim değişiklikleri öne çıkmaktadır. Sera gazı yayınımında enerji sektörünün payı kabaca %50’dir ve bunun da yaklaşık olarak %25’ine elektrik üretimi neden olmaktadır. Bu nedenle, küresel ısınma ve ona bağlı iklim değişiklikleri sorunu giderek enerji politikalarının sürdürülebilirliğinin sağlanmasında kilit noktasına dönüşmüştür.
Sera gazı yayımının azaltılması, Kyoto Protokolü ile birlikte başta Avrupa Birliği olmak üzere Dünyanın enerji ve çevre politikalarının merkezine oturmuştur. Kyoto Protokolünün imzalanmasının ardından, küresel iklim değişikliği yönetiminde iki önemli aşama 2005 yılında kaydedilmiştir. Birincisi, 16 Şubat 2005’de sanayileşmiş ülkelerin sera gazı yayımını azaltma hedeflerini yasal olarak bağlayıcı şekilde ortaya koyan Kyoto Protokolü yürürlüğe girmiştir. Protokol küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri ile mücadelede esneklik sağlayan üç temel mekanizmayı da yürürlüğe koymaktadır. Bunlar, ortak yürütme, temiz gelişme ve sertifika sistemi vasıtasıyla uluslararası sera gazı yayımı (emisyon) ticareti mekanizmalarıdır. Aralık 2005 de Kyoto Protokolüne taraf ülkelerin ilk kez bir araya geldiği Montréal’deki toplantıda bu mekanizmaları işlevsel hale getiren kurallar kabul edilmiştir. Aynı yıl gerçekleşen ikinci önemli gelişme, Ekim 2003’de yasal olarak tanınan Avrupa Birliği Yayım (Emisyon) Ticareti Direktifinin (Avrupa Komisyonunun 2003 Tarih ve 87 Sayılı Direktifi) 1 Ocak 2005 itibarıyla uygulamaya girmesidir. Bu direktif ile, Avrupa Birliği sera gazı yayımı izinlerinin dağıtımı ve Avrupa Birliği içi yayım ticaretine ilişkin düzenlemeleri içeren bir plan sunmaktadır. Bu plan, öncelikle Avrupa Birliğinin toplam izin verilen sera gazı yayımı için bir tavan değerin belirlenmesinin ardından paylarına düşen .yayım izinlerinin üye ülkelere dağıtılması ilkesine dayanmaktadır. Söz konusu direktif enerji-yoğun sanayileri ve güç santralleri dahil büyük yanma sistemlerini de kapsamaktadır. Uygulamaya geçiş iki aşamalı olarak belirlenmiştir: Isınma süreci olarak nitelendirilen ilk zorunlu geçiş aşaması 2005-2007 dönemini, ikinci zorunlu aşama ise 2008-2012 dönemini kapsamaktadır. Ülkelerin payına düşen yayım izinleri, ulusal hükümetler tarafından yönergede belirtilen prosedür çerçevesinde ülke içinde dağıtılacaktır. İlk aşama sadece Karbon dioksit yayımını kapsamakta olup, diğer sera gazlarına ilişkin sınırlandırmalar ikinci aşamada devreye sokulacaktır. Yayım izin belgeleri ağırlıklı olarak bedelsiz paylaştırılacak olmasına karşın, hükümetlere yayım izinlerinin ilk aşamada %5, ikinci aşamada %10’luk bir bölümünü müzayedede satışa çıkarma inisiyatifi sunulmuştur.
Dikkat edilirse, yönergede belirtilen ikinci zorunlu dönem Kyoto Protokolü ile verilen taahüte karşılık gelmektedir. Bilindiği gibi, Kyoto Protokolü altında AB, 2008 ve 2012 arasında sera gazı yayımını 1990’daki yayım seviyesine oranla %8 nispetinde azaltmayı kabul etmiştir. AB’nin sürdürülebilir gelişme stratejilerindeki yeni enerji önceliklerini Gothenburg Avrupa Konseyinde (Haziran 2001) belirlemiştir. Düşük karbonlu seçenekler arasında yenilenebilir enerji ile enerji tasarrufunun ve verimliliğinin sağlanması, sera gazı yayımının azaltılmasına yönelik enerji stratejilerinin öncelikli unsurları olarak kabul edilmiştir.
Yukarıda rakamlarıyla ifade edildiği gibi, elektrik üretiminin sera gazı yayımında önemli payı bulunmaktadır. AB, benimsediği önceliklere ilişkin politikaları bağlamında yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektriğin (yeşil elektriğin) toplam elektrik tüketimindeki payının %14’den 2010 yılına kadar %22’ye çıkarılmasını öngören bir yönergeyi (tarih: 27 Eylül 2001, sayı:-2001/77/EC) de kabul etmiştir. Bu yönergenin, yenilenebilir enerjinin Avrupa’nın toplam enerji tüketimindeki payının aynı dönemde %6’dan %12’ye çıkarılmasına ilişkin “AB Yenilenebilir Enerji Teknolojileri Geliştirme Stratejileri üzerine yayımladığı Beyaz Bildiri”de ortaya konulan hedefi de destekleyeceği düşünülmektedir. Söz konusu yönerge ile, elektrik tüketiminin bir bölümünün yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması için üye ülkelere başlangıçta zorunlu olmayan ulusal hedefler getirilmektedir. Bu hedefler, AB’ye üye ülkeler, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu arasında yapılan müzakerelerle belirlenmiştir. Söz konusu yönerge ile, bu hedeflere ulaşmak için üye ülkelerde ulusal destek programlarının yürütülmesinin yanı sıra, gerektiğinde Avrupa Birliği elektrik piyasası ile uyumlu piyasa tabanlı bir destek sisteminin oluşturulması da öngörülmüştür. Üye ülkelerin ulusal hedeflerine bağlı olarak gösterdikleri bireysel gelişme Avrupa Komisyonu tarafından izlenecek ve gerektiğinde hedefine ulaşma yolunda yetersiz gelişme gösteren ülkelere bu defa zorunlu hedefler gösterilecektir. Yine aynı yönerge ile yeşil elektriğin garanti altına alınmasını sağlayacak yeşil sertifika olarak adlandırılan teminat sertifikalarının tüm üye ülkeler tarafından tanınması zorunlu kılınmıştır.
Alınıp satılabilen, bir başka deyişle ticareti yapılabilen yeşil sertifika sistemi, AB’nin yenilenebilir enerji ile ilgili hedeflerine ulaşmasına yardımcı olmak için geliştirilen araçlardan birisidir. Ticari yeşil sertifikalar, ticari yenilenebilir kotaları ya da yenilenebilir portfolya standartları olarak da anılmaktadır. Prensipte Yeşil Sertifika sistemi şu şekilde işlemektedir: Yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektriğe talebi artırmak üzere, üretim, iletim, dağıtım, satış ve tüketimden oluşan elektrik arz zincirinin herhangi bir noktasına belirli bir yenilenebilir elektrik kotası konmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektriği diğer kaynaklardan elde edilen elektrikten ayırt etmek için, enerji üreticileri şebekeye bağlı yenilenebilir enerji tesislerinden ürettikleri her birim elektrik için bir sertifika alırlar. Yeşil sertifika, elektriğin yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edildiğini kanıtlayan bir belgedir. Her yeşil sertifika nerede, hangi tarihte, ne kadar sürede hangi miktarda üretildiği tanımlanan miktara karşılık gelen elektrik için (X santralinde Y tarihinde Z süresince üretilen 1 MWh rüzgar enerjisi gibi), önceden belirlenen bir miktar baz alınarak (örnek olarak her 100 kWh için bir belge) düzenlenmektedir. Bu nedenle her yeşil sertifika üretilen yenilenebilir elektriğin kimlik belgesi gibidir ve tektir. Belirlenen tarihlerde yukarıda betimlenen elektrik arz zincirinin bir kategorisinde yer alan yükümlü işletmeler, yükümlülüklerini yerine getirdiklerini kanıtlamak üzere gereken sayıda yeşil sertifika sunmak zorundadırlar.
Yeşil sertifika birkaç farklı şekilde elde edilebilir: i) İşletmeler kendi yenilenebilir elektrik üretimini gerçekleştirerek ürettikleri her baz alınan miktara karşılık gelen bir birim enerji için bir yeşil sertifika alabilirler, ii) Bir başka üreticiden yenilenebilir elektriği buna karşılık gelen yeşil sertifikalarla birlikte satın alabilirler, iii) Üretilen elektriği satın almaksızın elektriğin sadece yenilenebilirliğinin ya da yeşil niteliğinin üreticiden doğrudan ya da tüccar veya broker vasıtasıyla satın alabilirler.
Kuramsal olarak, yeşil sertifika piyasası arz-talep ilişkisi ile belirlenecektir. En basit şekliyle, yeşil sertifikanın fiyatı, elektriğin piyasa fiyatı ile yenilenebilir elektriğin fiyatı arasındaki farkla orantılı düşünülebilir. Bu durum, en düşük maliyetle yenilenebilir elektrik üretenlerin yeşil sertifikaları en düşük fiyata, dolayısı ile çok daha kolay satabileceği anlamına gelmektedir. Bununla birlikte sertifikaların fiyatı, piyasanın koşullarına göre değişebilir. Yeterince yeşil sertifika arzı olmadığında, bu durum sertifika fiyatlarının yükselmesine neden olarak yeni üreticilerin piyasaya girmesine ve yenilenebilir elektrik üretiminin artmasına neden olacaktır. Bu sertifika sisteminin, üreticiler arasındaki rekabeti arttırarak maliyetin azaltılmasına neden olacağı düşünülmektedir. Belirlenen kotaların dönemsel olarak artırılması yeni müteahhitleri piyasaya çekecektir. Bu bağlamda, ticari yeşil sertifikaların yenilenebilir enerji ile ilgi zorlu hedeflere ulaşmanın maliyet etkin bir yöntemi olacağı öngörülmektedir.
Ticari yeşil sertifika kavramı yenilenebilir enerjinin serbestleşen elektrik piyasasına nüfuziyetini sağlayarak, belirlenen hedeflere erişilmesini sağlayacak destek mekanizmalarına duyulan gereksinim nedeniyle geliştirilmiştir. Bu sistem, baz alınan miktara karşılık gelen bir birim yenilenebilir elektrik üretiminin iki bağımsız parçaya ayrılarak işlem görmesine de olanak sağlamaktadır. Üretilen elektrik gücü ile yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilmiş olma özelliği birbirinden bağımsız kabul edilirse, “fiziksel” elektrik piyasası ve “yenilenebilirlik” piyasası olmak üzere iki farklı pazarda işlem görebilir. Yenilenebilir enerji için empoze edilen talebin (yani yükümlülüğün) olduğu durumda, yeşil sertifika sistemi iki amaca hizmet eder: i) Yükümlülüklerin ne derece yerine getirildiğini ölçmeye yarayan bir denetim sistemi teşkil eder, ii) Yükümlülüklerin, fiziksel elektriğin ya da yalnızca yenilenebilirliğinin satın alınarak yerine getirilebilmesi için ayrı bir piyasa oluşturulması yoluyla yeşil elektrik ticaretinin kolaylaştırılmasını sağlar. Yeşil sertifika sistemi bazı Avrupa ülkelerinde denenmiştir. Son birkaç yıldır İngiltere, Hollanda, İtalya, Belçika ve Avusturya dahil olmak üzere pek çok AB ülkesinde ve diğer ülkelerde (Avustralya ve bazı ABD eyaletleri gibi) yeşil sertifika piyasası oluşturulmuş bulunmaktadır. Yeşil sertifika sistemi OECD Ülkelerinde giderek artan ölçüde yaygınlaşarak önem kazanmaktadır.
Kyoto protokolü ve Emisyon Ticareti Direktifinin yürürlüğe girmesinin Avrupalı üreticiler ile Kyoto Protokolü’ne dahil olmayan ya da daha az kısıtlamalarla tabi olan ülkelerdeki rakipleri ile olan ticaret ilişkileri üzerinde gerçek ve potansiyel etkilere neden olacağı açıkça ortadadır. Ülkemizde kendi aramızda sürdürdüğümüz bütün ideolojik tartışmalardan (serbest piyasacılık, kamuculuk vb.) bağımsız olarak, AB’nin enerji stratejileri doğrultusunda gerçekleştirmeyi hedeflediği aşamalara ulaşmak için geliştirdiği bu araçların ekonomi politiği, Türk sanayicisini en iyimser yaklaşımla orta vadede ciddi bir şekilde etkileyecektir. Dolayısıyla Türk sanayicisinin bu araçların farkında olması ve bunlar karşısında kendi pozisyonunu ayarlaması rekabet gücünü sürdürebilmesi ya da arttırabilmesi için elzemdir. Bu konuda başta mesleki dayanışma örgütleri olmak üzere üniversiteler ve ilgili diğer sivil toplum kuruluşlarına gerekli bilginin üretilmesi ve katma değer taşıyan bir paylaşıma dönüştürülmesinde görevler düştüğü açıktır.
H. SAYGIN, “ENERJİPOLİTİK: AB’nin Enerji Stratejileri Doğrultusunda Belirlenen Hedeflere Ulaşmak İçin Geliştirilen Araçları I: Yeşil Elektriğe Doğru, Yeşil Setifika Sistemi”, Enerji, Yıl: 10, Sayı: 10, Sayfa: 23 (Ekim 2005).