Günümüzde atmosfere insan etkinlikleri ile 29 milyar ton CO2 salınmakta ve bunun 23 milyar tonu fosil yakıtlı yanma ve endüstriden kaynaklanmaktadır (IPCC-2001). Bu durum, atmosferdeki CO2 oranında iklim sistemini bozan hızlı bir artışa neden olmaktadır. Bu nedenle, küresel ısınma sorunu Dünya enerji politikalarının kaçınılamaz ve başlıca ögelerinden birine dönüşmüştür. Atmosferdeki konsantrasyonu tehlikeli düzeye erişen sera gazı yayınımının iklim sistemi üzerindeki olumsuz etkilerinin önlenmesi için, 189 ülkenin taraf olduğu İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Aralık 2004 de yürürlüğe konulmuştur. İklim değişikliklerinin önlenmesine yönelik çabaların nihai amacı atmosferdeki sera gazı konsantrasyonlarını iklim sisteminde tehlikeli değişimlere neden olamayacağı bir seviyede kararlı hale getirmektir. Ancak, hala % 85 oranında fosil yakıtlara bağımlı ve büyüyen bir küresel ekonomide, atmosferdeki konsantrasyonunu kararlı hale getirmek için doğrudan CO2 salımını azaltmak gerçekte son derece karmaşık ve zor bir görevdir. CO2 salımına getirilen doğrudan bir kısıtlama çoğu durumda ekonomik büyüme ve gelişmeyi yavaşlatacak yönde etkilediğinden siyasi olarak kabul görmesi hiç de kolay değildir. Nitekim, Dünya sera gazı salımının % 36.1’inden sorumlu olmasına karşın ABD’nin Kyoto anlaşmasından çekilmesi bunun en büyük kanıtıdır. ABD Başkanı George W. Bush Mart 2001’de ABD’nin Kyoto Protokolüne imza koymayacağını açıklamıştır. Bush, 2012’de yeniden bir değerlendirme yapılacağını ve ilerlemenin beklenenden yavaş gerçekleşmesi veya bilimsel verilerin daha güçlü alarm sinyalleri göndermeye başlaması durumunda daha ciddi önlemlerin alınması için daha ileri adımlar atılabileceğini ifade etmiştir.
Sera gazı yayınımının kontrol altına alınması için daha ciddi taahütler altına girilmesine ilişkin tereddütler bügüne değin sıklıkla küresel ısınma hipotezini destekleyen yeterli bilimsel bilginin eksikliğinden kaynaklansa veya buna dayandırılsa da, gelecekte bilimsel kanıtlanabilirlik ile giderek daha az ve tarafların “adil dağılım” anlayışı ile ise daha çok ilgili hale geleceği öngörülmektedir. Bilimsel bilgi birikimi küresel ısınma hipotezini kesin olarak kanıtlayacak kadar gelişse dahi, bu sonucun gerektireceği enerji politikalarından doğrudan ya da dolaylı kayıplara uğrayacak tarafların direnci ile karşılaşması beklenen bir durumdur. Ayrıca, küresel bir hedef ve bu hedefe ulaşabilmek için ortak bir zamanlama planı belirlenebildiği varsayıldığında, bu defa sera gazının salınımının azaltılmasının maliyetinin ülkeler arasında adil olarak nasıl paylaştırılacağı sorusu önemli bir sorun olarak kalmaktadır. Bu sorunların doğuracağı tartışma ortamında, sera gazı yayınımına ilişkin adil dağılımın sağlanması müzakerelerde birleştirici bir unsur olarak kullanılabileceği gibi, önemli bir savunma veya saldırı silahına dönüştürülerek görüşmelerin çıkmaza sokacak şekilde kullanılması tehlikesi de söz konusudur. Oysa, başta küresel ısınma ve iklim değişikliği olmak üzere çevre sorunlarının küresel niteliği, uluslararası çevre anlaşmalarının başarısına ve dolayısı ile tüm uluslar tarafından tam olarak desteklenmesine şiddetle bağlıdır. Sera gazı yayınımına yönelik yükümlülüklerin ülkeler arasında adil olarak paylaştırılmasına ilişkin fikir ayrılıkları iklim değişikliği anlaşmalarının önünde günümüzdeki en önemli engellerden birisini oluştumaktadır. İklim değişikliği sorununa gelindiği zaman “adil” olanın tanımı henüz ne yazık ki muğlak ve ihtilaflıdır. Adil dağılımın sağlanmasında kullanılacak ölçütlere ilişkin bu belirsizlik ve ülkeler arasındaki ihtilaf nedeniyle bu hususun iklim değişikliği anlaşmalarının sonuca ulaşmasını engelleyen bir Gordion düğümüne dönüştüğü ifade edilmektedir. Bu nedenle, sera gazı salınımında adil dağılımın sağlanmasına ilişkin çelişkilerin aşılması için ciddi çabalar sarf edilmelidir.
Adil bir sürecin adil bir sonucun doğmasına büyük ölçüde katkıda bulunacağı açıktır. Ancak bu noktada ister istemez, adil olanı kimlerin belirleyeceği, adil dağılımın belirlenmesinde kullanılan ölçütlerin gerçekten adil olup olmadığı ve siyasi olarak uygulanabilirliğine ilişkin önemli sorular belirmektedir. Elbette, yerküre üzerindeki her insan atmosferin sera gazı absorblama kapasitesinden eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Bu tartışmasız herkesin onaylayacağı bir etik ilkedir. Ancak bu ilkenin hayata geçirilmesini sağlayacak olan politikaları belirleyenlerin ve müzakerelerde gerçek karar verici olanların güçlü olan taraflar bir başka deyişle günümüzdeki CO2 salınımının büyük bölümünden sorumlu olan sanayileşmiş ülkeler olduğu da önemli bir siyasi gerçektir. Oysa, iklim değişikliği başta olmak üzere diğer çevre sorunlarından en çok etkilenenler, ekonomileri büyük oranda iklim değişikliklerine hassas etkinliklere dayanan ve teknik bilgi ve kaynak eksikliği nedeniyle iklim değişikliklerin doğuracağı sorunlarla başa çıkmada yetersiz kalabilen sanayileşme sürecini henüz tamamlayamamış gelişmekte olan olan ülkelerdir. Bu nedenle, gelişmekte olan ülkelerin müzakerelerde ve politikaların belirlemesi sürecinde aynı ölçüde önemli ve etkin taraflar olarak yerlerini almaları adil dağılımın sağlanması için hayati bir zorunluluktur.
Ülkeler arasında adil dağılım ilkesi iklim değişikliğine ilişkin başarılı bir anlaşmanın sağlanması ve sürdürülebilmesi için en önemli koşullardan birisidir. Ancak, bunun için başta gelişmiş ülkelerde yaşayanlar olmak üzere, çağdaş bireyler olarak hepimize önemli kişisel görevler ve fedakarlıklar düşmektedir. Bu noktada, kişisel yaşantımızda aşırı tüketimden ve savurgan davranışlardan kaçınmamızın yanısıra yaşamımızın pek çok alandaki alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirerek öncelik sıralamamızda ciddi bir değişiklik yapmamızın ve belki de bazılarından tümüyle vazgeçmemizin gerekeceği gerçeği yeniden karşımıza çıkmaktadır. Ancak yeryüzünde yaşayan her insanın yeryüzündeki doğal kaynaklar üzerinde üzerinde eşit haklara sahip olduğu ilkesini benimsiyor ve gelecek kuşakların da en az bizim kadar yaşam hakkına sahip olduğuna içtenlikle inanıyorsak bu bağlamda üzerimize düşen sorumlulukları üstlenerek bireysel yaşantımızı bu gerçeğe göre tasarlamaktan kaçınmamız olası değildir.
H. SAYGIN, “ENERJİPOLİTİK: İklim Değişikliği Anlaşmaları ve Sera Gazı Salınımında Adil Dağılım”, Enerji, Yıl: 10, Sayı: 6, Sayfa: 25 (8 Haziran 2005).