Enerji politikalarının belirlenmesinde çeşitli aşamalar söz konusudur. İlk aşamada, çevre güvenliğini zedelemeden düşük maliyette enerji arzını ve risklerin dağıtılmasıyla arzın sürekliliğini güvenceye alacak temel hedefler belirlenir. İkinci aşamada, bu hedeflere ulaşabilmek için uygulanacak temel strateji ve politikalar saptanarak yerli ve ithal enerji kaynakları ile farklı teknolojilerin çeşitlendirilmesiyle, ekonomik, çevresel ve ulusal güvenlikle ilgili etkenler arasında denge sağlayacak şekilde geliştirilir. Son aşamada, bu enerji politikalarını destekleyecek vergilendirme, teşvik, ve yasal düzenlemeler gibi çeşitli siyasi araçlar devreye girer.
Bir kaç on yıl öncesine kadar enerji sisteminin sürdürülebilirliği, yalnızca kullanım oranına göre enerjinin elde edilebilirliği esas alınarak tanımlanmakta iken, günümüzde sürdürülebilir gelişmenin bilimsel ve etik çerçevesi kapsamında çevre güvenliği de enerji güvenliği kadar önemli hale gelmiştir. Küresel enerji politikalarının belirlenmesinde ekolojik dengeyi tehdit eden çevre kirliliği ve küresel iklim değişikliklerinin hafifletilmesi, sürdürülebilirliğin sağlanmasında giderek artan bir önem kazanmıştır. Enerji sektörünün küresel sera gazı yayınımına katkısının toplam yayınımın yaklaşık %50’sini, elektrik üretiminin neden olduğu yayınımın ise toplam yayınımın yaklaşık %25’ini oluşturduğundan, özellikle düşük karbon ekonomisinin sağlanması çevre ile ilgili tartışmaların önemli kilit noktalarından birini oluşturmaktadır.

Sürdürülebilir gelişme gündeminde enerji politikalarının belirlenmesinde çevresel faktörler baskındır. Küresel ısınma ve ona bağlı iklim değişiklikleri giderek enerji politikalarının sürdürülebilirliğinin en önemli kilit noktalarından biri haline gelmiştir. Bu nedenle, düşük karbon ekonomisinin oluşturulması, günümüzde enerji politikalarına ilişkin tartışmaların da merkezini teşkil etmektedir.

Enerji sistemlerinin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında Enerji verimliliği; yenilenebilir enerji ve nükleer enerji; karbon yayınımında basamak azalma olarak da ifade edilen radikal azalma sağlayacak potansiyele sahip düşük karbon ekonomisine yönelik seçeneklerdir. Düşük karbon ekonomisi ve kaynak verimliliği bağlamında oldukça iyi bir performansa sahip olan nükleer güç santralleri ticari formda gelişmiş bir teknoloji olmasına, iklim değişikliğine neden olan karbon veya diğer gazların yayımlamamasına ve yakıt olarak doğada bol miktarda bulunan uranyumun etkin kullanmasına rağmen, nükleer kaza riski, radyoaktif atık sorunu ve nükleer silahların yaygınlaşmasına ilişkin ciddi sorunlarının varlığı nedeniyle, küresel ısınma dışındaki sürdürülebilir gelişme gündemi ile önemli açmazları söz konusudur. Çevre ve insan sağlığı üzerindeki etkilerinin tersinir olmayan doğası, on binlerce yıllık çok uzun bir dönemi kapsaması ve gelecek kuşakları etkilemesi, risklerin yerel veya bölgesel değil küresel etkileri olan doğası nedeniyle sorunun can alıcı noktasını oluşturan radyoaktif atık sorunu en önemli belirleyici etkendir. Radyoaktif atık sorununa tatmin edici bir çözüm bulunduğuna ilişkin uzun vadede kararlı bir konsensüs sağlanmadan nükleer enerji seçeneğinin genişletilemeyeceği, günümüzde Dünyaca kabul gören bir gerçektir.

Çok yönlü faydalarına ve inanılmaz potansiyeline karşın, düşük karbon ekonomisine yönelik en önemli seçeneklerden biri olan yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanan katkı, günümüzdeki maliyetlerinin henüz çok yüksek olması, yerel etkilerine yönelik kaygılar, araştırma için ayrılan fonların yetersizliği ve kurumsal ve ekonomik düzenlemelerin zayıflığı nedeniyle günümüzde beklenenin hala çok gerisinde kalmaktadır. Yeni yenilenebilir enerji kaynakları 2000 yılı rakamlarıyla küresel enerji talebinin yalnızca %1’ini karşılamaktadır. Bu rakamın 2025 yılında %6’ya ve 2050’de %12’ye ulaşacağı öngörülmektedir. Yenilenebilir ve diğer temiz enerji teknolojilerinin geliştirilmesi için zamana gereksinim olduğu acıktır. Bu durum, küresel ısınma ile mücadelede, fosil yakıtlardan kaynaklanan sera gazı yayınımının dengelenmesi için en önemli seçenekler arasında yer alan enerji tasarrufu ve verimliliğinin önemini daha da arttırmaktadır. Enerji verimliliğinin iyileştirilmesi; sera gazı yayınımının azaltılması ve enerji arz güvenliğinin iyileştirilmesi üzerindeki önemli katkılarıyla, enerji sisteminin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında günümüzdeki en önemli seçenek olarak belirmektedir. Güncel küresel enerji politikaları, enerjide verimliliğin sağlanarak enerji tasarrufu potansiyelinin değerlendirilmesi, yenilenebilir enerji kullanımının kademeli olarak arttırılması, kaynakların ve teknolojilerin çeşitlendirilmesi ile risk yönetimini sağlayacak şekilde oluşturulmaktadır. Küresel ısınmaya ile mücadeleye ilişkin çağdaş enerji stratejilerinde, öncelik sırasına göre belirlenen enerji hiyerarşisi sırasıyla: i) Enerji gereksiniminin azaltılması, ii) Enerji verimliliğinin sağlanması, iii) Yenilenebilir enerji kullanımının arttırılması, iv) fosil yakıtlı enerji kaynakları için temiz ve birleşik çevrimli enerji teknolojilerinin devreye sokulması seklinde oluşmuştur.

Türkiye, enerji tasarrufu ve yenilenebilir enerji kaynakları bakımından büyük bir potansiyele sahiptir. Çağdaş küresel enerji politikalarına koşut olarak; kalan hidroelektrik potansiyelin iyi değerlendirilmesine ve yeni yenilenebilirlerin enerji karışımındaki payının kademeli olarak arttırılmasına ve fosil yakıtlı enerji üretiminde temiz enerji teknolojilerinin devreye sokulmasına yönelik politikalarla birlikte, verimliğin sağlanarak enerji tasarrufu potansiyelinin değerlendirilmesini hedefleyen tamamlayıcı politikaların istikrarlı olarak uygulanması Ülkenin çevre ve enerji arz güvenliğinin önemli ölçüde iyileştirilmesini mümkün kılacaktır. Bu nedenle, enerji verimliliğinin sağlanmasına ilişkin potansiyelin değerlendirilmesine ilişkin ayrıntılı politikaların oluşturulması ve hayata geçirilmesi için gereken yasal düzenlemelerin yapılması öncelikli hedefler arasında yer almalıdır.<>/span>

H. SAYGIN, “ENERJİPOLİTİK: Sürdürülebilir Enerji Politikaları ve Enerji Verimliliği”, Enerji, Yıl: 10, Sayı: 3, Sayfa: 29 (Mart 2005).